i̇nsan bazen efsaneleri izlemeli, hurafelere kanmalı, söylencelere kapılmalı ve batıl inanç kabul edilen bazı düşüncelere kendini rahatlıkla bırakabilmeli. akılcı, kontrollü ve riskten kaçarak yaşamayı adet edinmeyi pek seven şehir insanının bunu arada sırada yapması, kendini rahatlatması gerekiyor sevgili dostlar. nereden nereye kaç saatte gideceğinizi, günün hangi saatinde ne yemek yiyeceğinizi, hangi toplantıyı yapacağınızı, kimlerle konuşup ne tür “networking” aktivitelerine girişeceğinizi bir kenara bırakın zaman zaman. size yıllardır söylenen, “i̇stanbul’un bir ucunda bir lokanta var, daha önce gittiğiniz hiçbir yere benzemiyor, yemekler eski osmanlı geleneklerine göre yapılıyor, hatta menüsünde bu yemeklerin tariflerinin ilk kayda geçme tarihleri bile var.” cümlelerine kulak verin. bunu adam gibi dinledikten sonra, “e peki nerede bu lokanta?” diye sorduğunuz soruya gelen “edirnekapı !” cevabından ürkmeyin, çekinmeyin, kaybolacağınızı düşünerek tereddüt etmeyin sakın. evet, büyük bir kentte yaşıyoruz; evet, burada yaşayıp daha denizi bile görmemiş ademoğulları var; evet, kentin bir noktasından öbürüne gitmek bazen saatler alıyor. ama bunlar size engel olmasın. ziraasitanelokantası’nın yerini bulmak hiç de zor değil.
1. çevreyolu’ndan geliyorsanız, haliç köprüsü’nü geçtikten sonra edirnekapı oklarını takip etmeniz yeterli. mihtimah camii’ni gördükten sonra sola sapmanız, “kariye müzesi” oklarını takip etmeniz sonucunda kendinizi zaten asitane’nin hemen yanında bulacaksınız. bu semtleri bir şekilde, babamın işyeri buralarda olduğundan, çocukluk senelerimden hayal meyal hatırlıyorum. sonraları pek de yolum düşmediği için, ya da sadece transit geçtiğimden, ayrıntılarıyla gelişimini izleme fırsatını pek bulamadım diyebilirim. her neyse, mozaikleri dillere destan kariye müzesi veasitanerestaurant zaten yanyana. asitane, kariye otel’in bir parçası olarak göze çarpıyor. önünde park yeri var, zaten vale hizmeti de veriyorlar.
mekan çok büyük. bireysel ve grup rezervasyonlarına uygun bir yapıları var. ben gittiğimde büyük masalar yoktu, ama anladığım kadarıyla turist gruplarına hizmet verecek şekilde yemek çıkarabiliyorlar. hem açık, hem de kapalı yerleri mevcut ve ikisi de yeterli büyüklükte. ben mevsim dolaysıyla içeride oturdum, fakat bahar-yaz gibi kesin bir daha gelip dışarının keyfini çıkaracağım konusunda kendime söz verdim.
lokantanın içinde kendinizi çok huzurlu hissediyorsunuz, bunu belirtmem lazım. arka planda çok hafif bir müzik duyuluyor. masalar, örtüler, kadehler, garsonlar, duvarlardaki eski i̇stanbul gravürleri, kocaman aynalar, upuzun perdeler, hepsi, her şey, saygıdeğer ve farklı bir yere geldiğinizi, daha kapıdan girdiğiniz anda size müjdeliyor. burası hem öğlen, hem akşam yemekleri için uygun bir işletme. haftaiçi öğlenleri iş çevresinin, diğer vakitlerde de turistlerin uğrak yeri olduğu söylenebilir. bazı geceler rezervasyon gerekebileceğini düşünmekle beraber, ben gündüz ve rezervasyon yaptırmadan gittim ve rahatlıkla yer buldum. bunu vurgulamam gerekiyor. servisin kaliteli ve böyle farklı yemekler yapan bir yere uygun olduğunu söylemeliyim. demek istediğim, çoğu hakkında son derece cahil olduğumuz osmanlı yemekleri ve mutfağı konusunda, garsonlar son derece bilgili ve yönlendirici davranabiliyorlar. tam olması gerektiği gibi.
asitane’nin kış menüsünde, badem çorbası (1539), kestaneli terine çorbası (1469), kök ispanak çorbası (1469) gibi çorbalar mevcut. ziyarete gittiğimde, masaya birçok yemek geleceği için çorba söyleme fırsatını bulamadım. yine de, ikinci gidişimde kestaneli terine çorbasından mutlaka sipariş edeceğim.
menüde “asitane lokmaları” adı altında geçen yemekler arasında hums lokması (1469), lor mahlutu (1898), fava, gerdaniyye, lahana sarması, midyeli (1844), karidye pilakisi (xv. y.y) gibi lezzetler göze çarpıyor. bunlardan gerdaniyye, lahana sarması ve karidye pilakisinin tadına bakma fırsatını buldum. kısaca anlatmam gerekirse, lahana sarması, üzerine biraz limon ilave ettiğinizde , güzel, çoşkulu bir yemeğe dönüşüyor. i̇deal bir başlangıç. karidye pilakisi, soğuk servis edilen karidesli pilaki. bana kalırsa, asitane’de tattıklarım içinde en zayıf yemek buydu. açık konuşmak gerekirse tadını pek alamadım. gerdaniyye ise, gerçekten bir başyapıt. aşağıda fotoğrafını da gördüğünüz bu nadide güzelliği mideye indirirken, tahmin edersiniz ki, gözlerimi birkaç saniye için kapadım. damağa sıvanan, beni her köşe başında enfes kaz ciğerleri yediğim paris günlerine götüren bu muhteşem yemeğin muhtevasına gelince: i̇çinde kuzu gerdanı ve koyun beyni olduğundan eminim, yanında ise erikli bir sos servis ediyorlar. tadı padişahlara layık. bunu yedikten sonra insan gerçekten bir süre hayatın anlamını düşünüyor.
diğer yemeklere gelince, salatalar arasında tahinli karnabahar salatası (1898), marul salatası, dilber asideli (1864) , kırmızı pancar turşusu (xv y.y) göze çarpıyor. sıcak iştah açıcılarda i̇stiridye mantarlı i̇sli çerkez peyniri izgarası, ciğer köftesi (1695), gömlek kebabı (1764), balık köftesi yer alıyor.
bendeniz, hamur işleri menüsüne bakarak ispanaklı piruhi (1844), dane-i bulgur-ı hassa (1469),
kuskus (1910), dane-i yeşil (1539) ve hassa böreği seçenekleri arasından enfes bir hassa böreği aldım kendime. tanımadığınız, bilmediğiniz yerlerde seçimleriniz genelde şansa dayalıdır. benim ise şansım yaver gitti sanırım. masaya gelen mükemmel lezzete yumulup tuhaf sesler çıkararak yemek dışında elimden bir şey gelmedi. hassa böreğinin fotoğrafını yazının girişinde görebilirsiniz. i̇çindeki malzeme hafif acılı, yeşil zeytin, ceviz içi, soğan, maydanoz, kırmızı biber salçası, yeşil biber ve tulum peynirinden oluşuyor. şekli gül böreği formunda. ağızda patlıyor adeta. i̇nsana yaşamanın güzel bir şey olduğunu yeniden anımsatıyor.
ana yemekler, dana külbastısı (1844), mahmudiyye (1539),pekmezli ayva dolması (1539) zırba yahnisi (1539), mutancana (1539), kırma tavuk kebabı (1764), 26. kaz kebabı (1539), kıyma püryani yufkada (1764), kuzu incik “marmarinalı” (1764), borani-i hassa (xv. yy)(vejeteryan), börk aşı (vejeteryan), uskumru dolması (1844), levrek biryan (xv. y.y) olarak listelenebilir. bunların arasından, şaşırtıcı ama, yine doğru seçim yaparak kaz kebabı sipariş ettim. aşağıda fotoğrafını görebileceğiniz kaz kebabı, üzümlü, çam fıstıklı, badem ve tarçınlı enfes bir iç pilavla harmanlanmış, güzel güzel pişilmiş kaz etinin, elde açılmış yufka içinde börek gibi sunulmuş hali. i̇nsanın yerken içi gidiyor. tadı o kadar güzel ki, osmanlı padişahlarının neden öldüğünü çok iyi anlıyor insan.
tatlı menüsünde ise levzine (1539), helatiye, zerde (xv. y.y ,)helva-i me’muniye (1650) göze çarpıyor. bendeniz bunlardan en hafifi olduğunu düşündüğüm helatiyeyi seçtim ve kendime geldim diyebilirim. helatiye, gül suyu içinde servis edilen, kübik kesilmiş muhallebi parçacıkları, mevsim meyveleri ve badem içi ihtiva eden muhteşem bir tatlı. benim gibi gül suyu sevmeyen bir adamı bile mutlu etti açık konuşmak gerekirse.
mekanda rakı, şarap, bira gibi her türlü içecek, turisterin uğrak yeri olduğu için mevcut. farklı lezzetler arayan, yemekte türk-osmanlı kültürüne meraklı, yeni şeyler denemekten korkmayan kişilerin mutlaka ziyaret etmesi gereken bir lokanta asitane. benim kişisel önerim, buraya gittiğinizde, hemen kapı komşusu olan kariye müzesi’ni de ziyaret edin ve o muhteşem mozaikleri inceleyerek keyifli bir gün geçirin.
-----25 jun, 2013-----
insan bazen efsaneleri izlemeli, hurafelere kanmali, söylencelere kapilmali ve batil inanç kabul edilen bazi düsüncelere kendini rahatlikla birakabilmeli. akilci, kontrollü ve riskten kaçarak yasamayi adet edinmeyi pek seven sehir insaninin bunu arada sirada yapmasi, kendini rahatlatmasi gerekiyor sevgili dostlar. nereden nereye kaç saatte gideceginizi, günün hangi saatinde ne yemek yiyeceginizi, hangi toplantiyi yapacaginizi, kimlerle konusup ne tür "networking" aktivitelerine giriseceginizi bir kenara birakin zaman zaman. size yillardir söylenen, "istanbul'un bir ucunda bir lokanta var, daha önce gittiginiz hiçbir yere benzemiyor, yemekler eski osmanli geleneklerine göre yapiliyor, hatta menüsünde bu yemeklerin tariflerinin ilk kayda geçme tarihleri bile var." cümlelerine kulak verin. bunu adam gibi dinledikten sonra, "e peki nerede bu lokanta?" diye sordugunuz soruya gelen "edirnekapi !" cevabindan ürkmeyin, çekinmeyin, kaybolacaginizi düsünerek tereddüt etmeyin sakin. evet, büyük bir kentte yasiyoruz; evet, burada yasayip daha denizi bile görmemis ademogullari var; evet, kentin bir noktasindan öbürüne gitmek bazen saatler aliyor. ama bunlar size engel olmasin. ziraasitanelokantasi'nin yerini bulmak hiç de zor degil.
1. çevreyolu'ndan geliyorsaniz, haliç köprüsü'nü geçtikten sonra edirnekapi oklarini takip etmeniz yeterli. mihtimah camii'ni gördükten sonra sola sapmaniz, "kariye müzesi" oklarini takip etmeniz sonucunda kendinizi zaten asitane'nin hemen yaninda bulacaksiniz. bu semtleri bir sekilde, babamin isyeri buralarda oldugundan, çocukluk senelerimden hayal meyal hatirliyorum. sonralari pek de yolum düsmedigi için, ya da sadece transit geçtigimden, ayrintilariyla gelisimini izleme firsatini pek bulamadim diyebilirim. her neyse, mozaikleri dillere destan kariye müzesi veasitanerestaurant zaten yanyana. asitane, kariye otel'in bir parçasi olarak göze çarpiyor. önünde park yeri var, zaten vale hizmeti de veriyorlar.
mekan çok büyük. bireysel ve grup rezervasyonlarina uygun bir yapilari var. ben gittigimde büyük masalar yoktu, ama anladigim kadariyla turist gruplarina hizmet verecek sekilde yemek çikarabiliyorlar. hem açik, hem de kapali yerleri mevcut ve ikisi de yeterli büyüklükte. ben mevsim dolaysiyla içeride oturdum, fakat bahar-yaz gibi kesin bir daha gelip disarinin keyfini çikaracagim konusunda kendime söz verdim.
lokantanin içinde kendinizi çok huzurlu hissediyorsunuz, bunu belirtmem lazim. arka planda çok hafif bir müzik duyuluyor. masalar, örtüler, kadehler, garsonlar, duvarlardaki eski istanbul gravürleri, kocaman aynalar, upuzun perdeler, hepsi, her sey, saygideger ve farkli bir yere geldiginizi, daha kapidan girdiginiz anda size müjdeliyor. burasi hem öglen, hem aksam yemekleri için uygun bir isletme. haftaiçi öglenleri is çevresinin, diger vakitlerde de turistlerin ugrak yeri oldugu söylenebilir. bazi geceler rezervasyon gerekebilecegini düsünmekle beraber, ben gündüz ve rezervasyon yaptirmadan gittim ve rahatlikla yer buldum. bunu vurgulamam gerekiyor. servisin kaliteli ve böyle farkli yemekler yapan bir yere uygun oldugunu söylemeliyim. demek istedigim, çogu hakkinda son derece cahil oldugumuz osmanli yemekleri ve mutfagi konusunda, garsonlar son derece bilgili ve yönlendirici davranabiliyorlar. tam olmasi gerektigi gibi.
asitane'nin kis menüsünde, badem çorbasi (1539), kestaneli terine çorbasi (1469), kök ispanak çorbasi (1469) gibi çorbalar mevcut. ziyarete gittigimde, masaya birçok yemek gelecegi için çorba söyleme firsatini bulamadim. yine de, ikinci gidisimde kestaneli terine çorbasindan mutlaka siparis edecegim.
menüde "asitane lokmalari" adi altinda geçen yemekler arasinda hums lokmasi (1469), lor mahlutu (1898), fava, gerdaniyye, lahana sarmasi, midyeli (1844), karidye pilakisi (xv. y.y) gibi lezzetler göze çarpiyor. bunlardan gerdaniyye, lahana sarmasi ve karidye pilakisinin tadina bakma firsatini buldum. kisaca anlatmam gerekirse, lahana sarmasi, üzerine biraz limon ilave ettiginizde , güzel, çoskulu bir yemege dönüsüyor. ideal bir baslangiç. karidye pilakisi, soguk servis edilen karidesli pilaki. bana kalirsa, asitane'de tattiklarim içinde en zayif yemek buydu. açik konusmak gerekirse tadini pek alamadim. gerdaniyye ise, gerçekten bir basyapit. asagida fotografini da gördügünüz bu nadide güzelligi mideye indirirken, tahmin edersiniz ki, gözlerimi birkaç saniye için kapadim. damaga sivanan, beni her köse basinda enfes kaz cigerleri yedigim paris günlerine götüren bu muhtesem yemegin muhtevasina gelince: içinde kuzu gerdani ve koyun beyni oldugundan eminim, yaninda ise erikli bir sos servis ediyorlar. tadi padisahlara layik. bunu yedikten sonra insan gerçekten bir süre hayatin anlamini düsünüyor.
diger yemeklere gelince, salatalar arasinda tahinli karnabahar salatasi (1898), marul salatasi, dilber asideli (1864) , kirmizi pancar tursusu (xv y.y) göze çarpiyor. sicak istah açicilarda istiridye mantarli isli çerkez peyniri izgarasi, ciger köftesi (1695), gömlek kebabi (1764), balik köftesi yer aliyor.
bendeniz, hamur isleri menüsüne bakarak ispanakli piruhi (1844), dane-i bulgur-i hassa (1469),
kuskus (1910), dane-i yesil (1539) ve hassa böregi seçenekleri arasindan enfes bir hassa böregi aldim kendime. tanimadiginiz, bilmediginiz yerlerde seçimleriniz genelde sansa dayalidir. benim ise sansim yaver gitti sanirim. masaya gelen mükemmel lezzete yumulup tuhaf sesler çikararak yemek disinda elimden bir sey gelmedi. hassa böreginin fotografini yazinin girisinde görebilirsiniz. içindeki malzeme hafif acili, yesil zeytin, ceviz içi, sogan, maydanoz, kirmizi biber salçasi, yesil biber ve tulum peynirinden olusuyor. sekli gül böregi formunda. agizda patliyor adeta. insana yasamanin güzel bir sey oldugunu yeniden animsatiyor.
ana yemekler, dana külbastisi (1844), mahmudiyye (1539),pekmezli ayva dolmasi (1539) zirba yahnisi (1539), mutancana (1539), kirma tavuk kebabi (1764), 26. kaz kebabi (1539), kiyma püryani yufkada (1764), kuzu incik “marmarinali” (1764), borani-i hassa (xv. yy)(vejeteryan), börk asi (vejeteryan), uskumru dolmasi (1844), levrek biryan (xv. y.y) olarak listelenebilir. bunlarin arasindan, sasirtici ama, yine dogru seçim yaparak kaz kebabi siparis ettim. asagida fotografini görebileceginiz kaz kebabi, üzümlü, çam fistikli, badem ve tarçinli enfes bir iç pilavla harmanlanmis, güzel güzel pisilmis kaz etinin, elde açilmis yufka içinde börek gibi sunulmus hali. insanin yerken içi gidiyor. tadi o kadar güzel ki, osmanli padisahlarinin neden öldügünü çok iyi anliyor insan.
tatli menüsünde ise levzine (1539), helatiye, zerde (xv. y.y ,)helva-i me’muniye (1650) göze çarpiyor. bendeniz bunlardan en hafifi oldugunu düsündügüm helatiyeyi seçtim ve kendime geldim diyebilirim. helatiye, gül suyu içinde servis edilen, kübik kesilmis muhallebi parçaciklari, mevsim meyveleri ve badem içi ihtiva eden muhtesem bir tatli. benim gibi gül suyu sevmeyen bir adami bile mutlu etti açik konusmak gerekirse.
mekanda raki, sarap, bira gibi her türlü içecek, turisterin ugrak yeri oldugu için mevcut. farkli lezzetler arayan, yemekte türk-osmanli kültürüne merakli, yeni seyler denemekten korkmayan kisilerin mutlaka ziyaret etmesi gereken bir lokanta asitane. benim kisisel önerim, buraya gittiginizde, hemen kapi komsusu olan kariye müzesi'ni de ziyaret edin ve o muhtesem mozaikleri inceleyerek keyifli bir gün geçirin.
http://lokantalarim.blogspot.com/2013/02/asitane-restaurant.html