1950'lerin pera'si..herseyin ve herkesin daha içten ve daha saygili oldugu yillar..
hemen her milletten ve inançtan insanin birbirlerine selam vermekten mutluluk duydugu bir pera..günlük kosusturmalarin henüz o kadar yayginlasmadigi, insanlarin kendilerine zaman ayirarak bir fincan çay veya kahve esliginde aksamüstü sohbetleriyle vakitlerini lezzetlendirdigi günler..o günler çoktan geçti maalesef ki ama eger ki o günlere özlem duyuyorsaniz benim gibi, eger ki keske o yillarda yasasaydim diyorsaniz ve siz de bir fincan sicak çay esliginde bir anligina da olsa o günlerin anilar ve yasanmisliklarla dolu pera'sina dönüs yapmak isterseniz, bir kez olsun galata kulesi'nin hemen karsisinda kule çikmazi'ndaki bu küçük ve hassas cafe'ye mutlaka adim atin..kendinize hepsi o günlerden kalma bir çay fincani seçin, mutlaka bir tane un helvasi siparis edin ve ardindan gözlerinizi kapatin ve kendinizi, arka fonda çalan hafif fransizca parçalarin esliginde anilariniza kollarina birakin..gözlerinizi açtiginizda o günden kalan hatira defterlerine göz gezdirin ya da mekani süsleyen eski radyolara dokunun..yalniz çikista dikkat edin..benim gibi kendinizi o havaya fazla kaptirip çikista sait faik veya özdemir asaf ile karsilasacaginizi düsünürseniz hayal kirikligina ugrayabilirsiniz..rüya bitmistir çünkü ve siz 2010'lardasinizdir..yine de o kisa süreyi lezzetlendirdigi için tesekkürler velvet cafe..iyi ki varsiniz, umarim da hep ayni çizgide devam edersiniz..
-----06 oct, 2014-----
"fincan tercihiniz? çekoslavakya 1967 mi polonya 1972 mi tercih ederdiniz?" eger bu soru sizin için hiçbir anlam ifade etmiyorsa yazinin devamini da okumaniza gerek yok, çünkü velvet cafe'den zevk almayacaksiniz demektir..ama eger ki yasadiginiz sehrin, beyoglu'nun hafizasina biraz olsun önem veriyorsaniz, çay saatleri ritüellerinden hoslaniyorsaniz, anneanneniz veya babaannenizin evindeki dantelli sehpalari, eski radyo ve saatleri seviyorsaniz ya da demode bulmakla birlikte onlari özlüyorsaniz, dedenizin ardinda biraktigi köstekli saati titizlikle sakliyorsaniz ya da en azindan evinizin bir kösesinde geçmisinizden bir esya buldugunuzda o günlere daliyor veya bir anligina hüzünleniyorsaniz, kisacasi esyalar sizin için "meta" degil de bir yasanmislik mirasi ise, siz de günden güne "kisiligini" kaybedip bir beton yiginina dönüsen bir sehirde, "ruh"suz ve gelenleri "yalnizca para" olarak görenmekanve isletmecilerden bunaldiysaniz yolunuzu mutlaka küçücük ama anilarla dopdolu olan velvet cafe'ye mutlaka düsürün..bir yandan sizi evlerine gittiginiz konuklari gibi karsilayip agirlayan isletmeciler tarafindan getirilen çayinizi ya da kahvenizi yudumlayip unutulmaya yüz tutmus kaymakli un helvasindan bir parça alin..sonra koltugunuza yaslanip gözlerinizi bir süreligine kapatin..istanbul'da yasadiginizin farkina varacak ve "iyi ki burada yasiyorum" diyeceksiniz..