yemek sözkonusu oldugunda aklimi mesgul eden önemli meselelerden birisi, insanin iyi bir lokanta, ya da sadece essiz tek birlezzetiçin ne kadar mesafeye katlanabilecegi konusu. bu basligi aslinda “adanali yusuf usta” ile ilgili yazdigim kisa degerlendirmede ele almaya çalismistim. bu lokantanin sehrimizin en iyi kebapçilarindan birisi olduguna inandigimi, ama o mesafeyi göze alip gidebilecegimi sanmadigimi söylemistim. “civardaysaniz ugrayin,” diye bitirmistim denememi. yasadigimiz kentin berbat trafik kesmekesinde hergün tarumar olan sinir sistemimize daha fazla eziyet etmenin alemi yoktu ne de olsa.
meseleyi iyi analiz etmek lazim: midevi seyahatlere kesinlikle karsi degilim. ben sadece yemek için cunda adasi ya da bozcaada’ya gidip birkaç gün kalabilirim. peter lueger’de yemek için new york’a uçan insanlari garipsemiyorum, ya da schnitzel yemek için viyana’ya gidenleri. benim sinirlerimi tepeme çikaran ve mantigini sorguladigim, istanbul içi sayilabilecek kördügüm olmus bir cografyada, gün içinde gastronomik bir maceraya atilirken insanin neleri göze almasi gerektigi.
sofram balik’i ziyaret ettikten sonra, nice zamandir beynimi kemiren bu suale genelgeçer degil belki, ama hayli kuvvetli bir cevap buldugumu düsünüyorum. karsinizda böyle bir lokanta varsa, -tamam haftada bir degil- ama en azindan denemek için mesafeleri ikinci plana atmali, yollara düsmeli ve selimpasa’da solugu almalisiniz. bu deneyimin, kesinlikle karsiligini ödedigi ve tatminkar bir “mutlu son”la bittigi kanaatindeyim.
evet, fenerbahçe çocugu olabilirim, okul sebebiyle kuledibi ve beyoglu’nun arka sokaklarini arsinlaya arsinlaya cadde-i kebir mintikasinin “mütemmim cüzü” haline geldigim söylenebilir, lakin ilkgençligimin onbes senesinin her yazini silivri bölgesinde geçirdigim de ayrica dikkate alinmalidir. mekanin otuzbes senelik olmasindan yola çikarak söylüyorum bunu. silivri selimpasa arasi kus uçusu çok kisadir. yemege meraki ayyuka çikmis rahmetli pederin de o yillarda bizi bu lokantaya götürmemis olmasi takdire sayan, kavramasi güç bir meseledir.
bir pazar sabahi granolali, müslili, findikli ve bol yogurtlu saglik dolu kahvaltimi yaptiktan sonra arabaya atlayip kendimi selimpasa’da buldugum bir yolculugun öyküsüdür bu. fenerbahçe-selimpasa arasini “basmadan” bir saat onbes dakikada aldiktan sonra, selimpasa’nin liman bölgesine arabayi parkedip sofram balik’in kapisindan adimimi attigim ve ufak çapli bir ziyafete katildigim hos bir günün hikayesidir.
mekanin üst katina çikip lokantanin derinligine ve açik denizin uçsuz bucaksiz ufkuna daldigimda, kendimi çok iyi hissettim. sofram balik, boyutlari ile insani etkileyen anitsal bir salona sahip. cam kenarinda bir masaya kuruldugunuzda karsinizda liman, limanda balikçi tekneleri, fonda da marmara denizi arz-i endam eyliyor. bu manzaranin sakinligine dalarken insanin ruhu bir duble raki ve tuzlusundan beyaz peynir istiyor. hem de çok acil. duvarlarda mekanda yemek yiyen ünlülerin fotograflari yer aliyor. bu yaklasim, bir sekilde insana “bak bu kadar adam yanilmis olamaz, dogru yerdesin” mesaji vermek için herhalde. tüm dünyada uygulanan bu yöntemin beni çok etkilemedigini söyleyebilirim. neticede baligini afiyetle yiyerek gözlerimin içine bakan ahmet hakan yemekten çok anlamiyor da olabilir.
manzara raki istediginde, bendeniz asla reddetmem onu; dolayisiyla masaya ilk gelen raki oldu. eslikçileri ise beyaz peynir (ezine?), üzerine narlar dizilmis hayli estetik bir kavun, ahtapot carpaccio, deniz börülcesi, havyarli tarama, çiçek bahçesini andiran peynirli bir salataydi. tarama benim için önemli bir icattir, bunu yazilarimda sayisiz defalar gözünüze soktuguma inaniyorum. zaman zaman çok iyi taramalarla halvet oldugumu sizler de fark etmissinizdir. nasil severim ben taramayi peki? canli, tuzlu, dile saldiran, insanin zararli bir sey yedigini çok net anlayabildigi ve yerken hafifçe yüzünü pembelestirecek kudrette, kivamli, hem ekmege sürülebilecek, hem de benim gibi vandallar tarafindan kasiklanabilecek viskositede olmalidir. kolesterol yermis gibi hissetmeliyim kendimi tarama sözkonusu oldugunda. ve “old school”, evde yapilmis o eski güzel taramalar gibi taze taze olsun isterim. burada tekrar belirteyim, bütün zamanlarin en iyi taramasi asmali cavit’inkidir. ama senelerdir “kompetan bir ikinci” bulamamaktan hayiflanan bendeniz, nihayet sofram balik’ta çok lezzetli, harika bir taramanin kisisel kesfini gerçeklestirmis bulunuyorum. azerbeycan havyari ile de uyumu mükemmel. benim için tuz derecesi biraz az ama, bunu belirtmeliyim. (eger masanizda yaslilar varsa ve bir yemegi lezzetli buluyorlarsa tuzu azdir, bunu asla unutmayin. benim yolculugumda da böyle oldu) ahtapot carpaccio ise on numaraydi. tadimlik, minik bir ebatta getiriyorlar masaya, insanin içinde “sunu söyle kocaman bir tabakta getirin de keyfimizi bulalim” diye haykirmak geçiyor. deniz börülcesi son demlerini yasadigi bir dönemde, sarmisakla zarifçe terbiye edilmis hos bir baslangiçti.
sonra kirlangiçtan balik çorbasi içtim. tadi enfesti, terbiyesi muazzamdi. bu basyapiti içerken aklima, belki yüzelli sene önce bizim balikçilarin kirlangiç avlamayi ugursuz saydiklari, çünkü bunlarin “çift” gezdigine ve yakalandiklarinda “ses” çikardiklarina inandiklari geldi, ister istemez gülümsedim. masaya gelen iskorpit çöp sis, balik köftesi, midye gratella, lakerda, kalamar ve balik pastirmasi da gözlerimi yuvalarindan ugratmaya yetti. lakerda, tek kelimeyle mükemmeldi. bir yemek düsünün, hem agizda varla yok arasi olsun, hem de müthis birlezzetpatlamasina yol açsin. o kadar yumusacik ve güzeldi ki, kelimelerim bu lezzeti betimlemek konusunda hayli zayif kalacak. iskorpit çöp sis kizartilmis görüntüsünün aksine çok hafif ve sasirticiydi. diger yemeklerin yaninda biraz “sakin” kaliyordu, ama rakiyla uyumu tartisilmazdi. kalamarin orta büyüklükte ve ne gergin, ne de yumusak oldugunu, tam arada muhafaza edilmis bir sekilde kizartildigini vurgulamaliyim. balik pastirmasi, -ki anladigim kadariyla orkinostan yapiliyor- damagimda her pastirma yedigimde oldugu gibi çok hos bir tat birakti. midye gratella da çok lezzetliydi.
balik babinda sarikanat lokum, tatli faslinda dondurmali ve narli irmik helvasi yedim. balik denildiginde aklina lüfer gelen her aklibasinda istanbullu gibi, bendeniz de, bu familyanin gururlu bir üyesi olan sarikanat’i pek severim . ama burada yedigim, bugüne kadar mideye indirdiklerime hiç benzemiyordu. bu noktada sofram balik’i tebrik etmekten baska yapacak hiçbir sey kalmiyor bana. zira hayatimda yedigim en güzel sarikanat bu masada karsima çikti. tatlinin içinden nar çikiyor olmasi da zarif bir icatti bana kalirsa, agzimda irmik, dondurma ve nar taneleri huzur içinde sevistiler kisa bir süre boyunca.
simdi yazinin basinda sordugum soruya gelelim.
insan iyi bir lokanta için uzun bir mesafe katetmeyi göze alabilir mi istanbul gibi bir sehirde?
sözkonusu sofram balik ise alabilir.
gidisim bir saat onbes dakika, dönüsüm iki sat yirmi dakika sürmüs olsa da, “alp harikalar diyari”nda gibi bir gün geçirdigim bu lokanta için yollara düsmeye deger.
gitmediyseniz çok sey kaçiriyorsunuz!
selim pasa merkez mh., istanbul, türkiye, 34590 istanbul selimpasa
0 212 731 6967