yamaçtayim gene yamaçta. araftayim, kahve ile bir basima. bu sefer yoksun, var oldugun yazilarda. simdi senlemi hemen yanibasimda bas basa? yoksa yalniz basima. geçmise bakip, hüznü mü alsam koynuma? yoksa gelenleri sarip sarmalayip atsam mi yamaçtan, mavi ve karanlik sulara. kin kokusu sarmis renkli dekorlara. kokladim sen yoktun, ne saçin ne tenin kumasta. neden kahvem böyle simsiyah kapkara. bakan gözlerim derinlerden, çok uzaklardan besleniyor sanki. gelen burcu burcu kokudan, aciyla yudumladigim fincanda. bir kez daha "yaziklar olsun bana" evet yalniz bana. sana inat acilarim yalnizlikta. kahveci! dün gece, bu gece ve ertesi. neden kahven bu kadar renksiz, sekilsiz, sevgisiz. ödedigim ücret, gönlümün kendisi. söyle var mi daha ötesi !
-----11 sep, 2013-----
çelimsiz bir tepe ile magrur denizin arasina sikisip kalmis mekanin adi "yamaç". ismiyle müsemma bir yamaca kurulmus. kendi sikismisliginin acisini misafirlerinden çikarmak istercesine arafta birakiyor insani. belki de mekanin hiç suçu yok, insan düsüncesinde kendi arafiyla yudumluyorsa kahvesini. bir yanda, dört nala kosturarak tüm acabalari ona yüklemeyi istemenin hoyratligi; diger yanda ayagini yere siki basarak yara almamaya çalismanin saglamciligi. hem yoklugunu göze alamamak, hem varligini bir yerlere sigdiramamak. her seye ragmen "nasilsa ölecegiz" diyerek geçici huzura ermek. ve sonunda, bir fincan kahvenin bu kadar tezati nasil yasattigini düsünüp sasirmak...